Depremden Sonra Doğayla Uyumlu Bir Modele Geçmek Mümkün mü?
Dayanıklı ve sürdürülebilir yerleşimler uzun yıllardır tartışılan konular; elbette depreme dayanıklılık bunun önemli bir boyutu ancak bu çok daha geniş bir şekilde, ele alınması gereken bir kavram. İster geçici konteyner kentler ister yeniden inşası düşünülen kentler için, iklim değişikliğine karşı dayanıklı ve sürdürülebilir kentler kavramlarını temel almamız ülkemizin geleceği açısından kritik öneme sahip.
Doğa Koruma Merkezi Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Uğur Zeydanlı bunun için kalkınma ve kentleşme vizyonumuzu değiştirmemizin önemini vurgulayarak doğayla mücadele etmek yerine doğayla uyumlu bir modele geçmemiz gerektiğini belirtiyor. “Elbette bu dönüşümü başarmak kolay değil ama bunun için gerekli bilgi, kültür ve kurumsal altyapıya sahibiz. Geriye kalan ortak akıl ve iş birliği içinde hareket etmeyi başarabilmek. Yerleşimlerimizi, tarımımızı ve ormancılığımızı bu çerçevede planlamazsak; yangın, kuraklık, heyelan, sel ve deprem gibi afetlerin birer yıkıma dönüşmesini engelleyemeyiz”.
Ülkemiz coğrafi konumu, iklimi ve arazi kullanım yaklaşımlarıyla farklı bölgelerde farklı şiddetlerde gerçekleşen doğal afet riskleriyle karşı karşıya. Sel-taşkın afetleri, büyük ölçekli orman yangınları, kuraklık ve depremler son yıllarda hep gündemimizde oldu. Nüfusun büyük ölçekte kentlerde yoğunlaştığı ülkemizde, günümüz ve gelecek afetlerine hazır, dayanıklı, doğayla uyumlu yerleşimlerin oluşturulması artık en öncelikli hedeflerimiz arasında olmalı. Dayanıklı yerleşimler ve yaşam alanları oluşturmak istiyorsak, yeniden yapılaşma sürecinin ekonomik boyutu kadar sosyal ve çevresel boyutunu da gözetmek önemli.
Depremler ve diğer afetler sonrası kentlerin yeniden yapılaşma sürecinin planlanmasında iklim değişikliğini de göz önüne almak büyük önem taşıyor. Bu kapsamda şehirlerde atılabilecek birçok adım bulunuyor ve modern şehirler iklim değişikliğinin olumsuz etkilerini azaltacak ve dayanıklılığı artıracak şekilde oluşturuluyor veya dönüştürülüyor. Dünya’da bunun birçok güzel örneği bulunsa da Türkiye’nin bu konudaki karnesi ne yazık ki zayıf. Doğa Temelli Çözümler, Yeşil Altyapı, Ekosistem Tabanlı Uyum, Ekosistem Hizmetleri ve Doğal Sermaye gibi Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Doğayı Koruma Birliği (IUCN) tarafından geliştirilmiş yaklaşımlar, küresel ölçekte şehirleri doğal afetlere karşı hazırlıklı, iklim değişikliğinin etkilerine karşı tedbirli hale getirmeye yardımcı oluyor.
Bu araçlar; ulaşım, gıda temini, temiz hava sağlanması, sel-taşkın önleme, kuraklıkla mücadele, enerji verimli ısıtma ve soğutma sistemleri, gürültü kirliliğinin azaltılması, arıtma, sürdürülebilir ekonomik kalkınma, toplum sağlığı ve rekreasyon gibi kentsel planlamanın birçok alanında kullanılıyor. Aslında artık modern kentsel planlama çalışmalarında çözümler sadece gri altyapı kullanılarak değil gri ve yeşil altyapıyı birlikte kullanarak ortaya konuyor. Doğa Koruma Merkezi bu doğrultuda deprem bölgesinde Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP), Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), Gaziantep Büyükşehir Belediyesi ve Hatay Büyükşehir Belediyesi ile de çeşitli projeler hayat geçirmekte.
Doğa Koruma Merkezi Uzmanı Dr. Melike Kuş ve Dr. Burak Güneralp (Teksas A&M Üniversitesi) bu konuyla ilgili temel başlıkları ve yaklaşımları şu şekilde sıralıyorlar:
- Gıda ve Tarım: Sürdürülebilir bir yerleşim için gıda üretimi ve temini süreci en önemli konulardan biridir. Gıda üretim ve temininin sebep olduğu çevresel etkinin ve emisyonların azaltılması için kentin besin ihtiyacının olabildiğince kentin çeperindeki tarım arazilerinden karşılanması çok önemlidir. Yerel üretimin desteklenmesi ile depolama ve taşımaya bağlı enerji kullanımı da büyük oranda azalacaktır. Ayrıca tarımsal üretimin kentin içerisine kaydırılmasının hem sosyal katılım hem de yeşil alanla ilgili faydaları olacaktır. Bu yaklaşım sürdürülebilir yerleşim kavramının en önemli başlıklarından biri olan gıda arzı güvenliği açısından da oldukça kritiktir. Hem geçici hem de yeni yerleşim alanlarının oluşturulmasında bu alanların ve toplumun tarımla ilişkisi iyi bir şekilde ele alınmalıdır.
- Su Kaynaklarının Korunması: Su kaynakların yerleşimler ve farklı sektörler tarafından tasarruflu ve etkin kullanılması kritik önem taşımaktadır. Yerleşimlerin, tarımın ve sanayimizin su ile ilişkisini doğru bir şekilde tanımlamak, su stresi altında olan Türkiye’nin geleceği açısından kritik bir öneme sahiptir. Kuraklık ve su yoksunluğu gittikçe daha yoğun hissedeceğimiz olgulardır. Bunun üstesinden su transferi, daha fazla baraj ve daha fazla kuyu gibi popüler yaklaşımlarla gelemeyeceğimiz de ortadadır. Ormanlar ve bozkırlar su yönetimi için kullanılması ve korunması gereken en önemli unsurlardandır. İçinde bulunduğumuz şartlarda orman alanlarını kaybetmek, ormanların niteliğinin bozulması aynı zamanda suyumuzu kaybetmek anlamına gelmektedir. Kentlere su arzı güvenliği mevcut su kaynaklarının miktarı ile tarımsal kullanım ve kentsel ihtiyaçlar arasında dengeli bir planlama gerektirir. Teraslama, hendekler, toprağın su tutma kapasitesinin artırılması, tarımsal uygulamalarda su kaynaklarının etkin kullanımı, yağmur hasadı gibi doğa temelli çözümler gri altyapı çözümleri ile beraber düşünülmelidir. Kahramanmaraş, Adıyaman ve Gaziantep gibi yağışın daha az, kurak dönemlerin daha uzun olduğu illerimizde bu konu özellikle önemlidir.
- Sel-Taşkın Kontrolü: Depremden kaçarken sele ve heyelana maruz kalacak kentler de oluşturmamak gerekmektedir. Özellikle Hatay gibi kış yağışlarının yoğun olduğu ve sağanak yağışların yaşanabildiği kentlerimizde bu konu ön plana çıkmaktadır. Doğal alanların, suyu tutacak şekilde planlanmasıyla birlikte yerleşimlerde sel-taşkın kontrolünün sağlanması mümkündür. Akarsuların doğal akışlarının korunması, üstü kapanan derelerin açılması, yerleşimlerdeki doğal alanların, yeşil alanların korunması, yol kenarı ve refüj bitkilendirmesi yapılması, bunlar yapılırken yerel türlere öncelik verilmesi, bu konuda hayata geçirilebilecek doğa temelli çözümlere örnek olarak verilebilir.
- Enerji Kullanımı: Kentler, enerji kullanımı anlamında özellikle ısıtma, soğutma, taşıma, ulaşım gibi alanlarda ciddi tüketimin yaşandığı alanlardır. Yerleşimlerde enerji kullanımını düzenleyecek şekilde yalıtım, pasif soğutma uygulamalarının hayata geçmesi, ulaşımda temiz enerji kaynaklarının tercih edilmesi önem taşımaktadır. Özellikle güneş enerjisinin kullanımı, toplu taşıma ve alternatif ulaşım araçları (örneğin; bisiklet, elektrikli kay-kaylar gibi) demografik yapı, topoğrafya ve iklimsel özelliklere göre düşünülmelidir.
- Kentsel Isı adaları: Beton ve asfalt gibi geçirimsiz ve ısı emen malzemelerin yoğunlaştığı kent merkezleri çevresindeki kırsal yerleşimlere göre daha sıcak olur. Bu alanlardaki hava sıcaklığı etraflarındaki doğal alanlara göre neredeyse 6 °C kadar daha fazla olabilir. Kentsel ısı adası etkisi denilen bu olgunun azaltılabilmesi için binalarda yeşil yüzeyler, yeşil çatıların oluşturulması, rüzgâr/esinti koridorlarının oluşturulması, geniş refüj uygulamalarına yer verilmesi, kent içi yeşil ve doğal alanların korunması ve artırılması, bu konuda hayata geçirilebilecek doğa temelli çözümlere örnek olarak verilebilir. Ayrıca ısı regülasyonu için hava koridorları, bakı, eğim gibi doğal topoğrafik özellikler de göz önünde bulundurulmalı, şehirlerdeki yeşil alanların dağılımı da ısı regülasyonunun önemli bir unsuru olarak ele alınmalıdır.
- Ekosistem ve Ekosistem Hizmetleri Onarımı: Kentlerin planlanmasında göz önüne alınması gereken en önemli konulardan biri doğal alanların varlığıdır. Yukarıdaki örneklerde de gördüğümüz üzere doğal alanların ve park, bahçe gibi yeşil alanların sağladığı faydalar sürdürülebilir kentler için yaşamsal öneme sahiptir. Bu tür alanların sağladığı ekosistem hizmetleri, kentlerin maruz kaldıkları olumsuz durumlardan (afetler, iklim değişikliği, salgınlar, ekonomik krizler vb.) daha az zarar görmelerini ve kendilerini daha çabuk yenileyebilmelerini sağlar. Doğal ve yeşil alanlar kentlerin sosyal, ekonomik ve ekolojik sürdürülebilirliği sağlayabilmesinin, yani dayanıklı olmalarının temel kaynağıdır. Bu nedenlerle, kentlerin içlerinde ve çevrelerinde insan faaliyetleri nedeniyle tahrip olmuş doğal alanların, öncelikli olarak da sulak alanların, akarsuların ve sel yataklarının onarılması, yeşil alanların kentlerdeki dağılımlarının artırılması ve bütün bunların var olan sosyal eşitsizlikleri giderecek şekilde gerçekleştirilmeleri dayanıklı kentler yaratmak için oldukça önemlidir.
Bugün deprem ve diğer afetlere ve iklim değişikliğine karşı dayanıklı, doğayla uyumlu modern kentler oluşturmamız büyük önem taşıyor. 6 Şubat depremiyle öğrendiğimiz bu acı gerçek, Türkiye’nin bu konuda hızlı şekilde adım atmaya başlaması gerektiğini gösterdi. Elimizde bu konuda çok değerli bir kaynak olan doğal alanları ve yeşil alanları koruyup iyileştirerek ve kent peyzajının bir parçası haline getirerek afetlere dayanıklı kentleri oluşturmaya başlamalıyız. Yıkılan kentlerimizi yeniden kurmak ve onarmaktan bahsederken sadece yeni binaların dikilmesi üzerinden bir tartışma ve planlamanın bizi yine başladığımız yere döndüreceği kesindir.
Doğa Koruma Merkezi Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Uğur Zeydanlı bunun için kalkınma ve kentleşme vizyonumuzu değiştirmemizin önemini vurgulayarak doğayla mücadele etmek yerine doğayla uyumlu bir modele geçmemiz gerektiğini belirtiyor. “Elbette bu dönüşümü başarmak kolay değil ama bunun için gerekli bilgi, kültür ve kurumsal altyapıya sahibiz. Geriye kalan ortak akıl ve iş birliği içinde hareket etmeyi başarabilmek. Yerleşimlerimizi, tarımımızı ve ormancılığımızı bu çerçevede planlamazsak; yangın, kuraklık, heyelan, sel ve deprem gibi afetlerin birer yıkıma dönüşmesini engelleyemeyiz”.
Ülkemiz coğrafi konumu, iklimi ve arazi kullanım yaklaşımlarıyla farklı bölgelerde farklı şiddetlerde gerçekleşen doğal afet riskleriyle karşı karşıya. Sel-taşkın afetleri, büyük ölçekli orman yangınları, kuraklık ve depremler son yıllarda hep gündemimizde oldu. Nüfusun büyük ölçekte kentlerde yoğunlaştığı ülkemizde, günümüz ve gelecek afetlerine hazır, dayanıklı, doğayla uyumlu yerleşimlerin oluşturulması artık en öncelikli hedeflerimiz arasında olmalı. Dayanıklı yerleşimler ve yaşam alanları oluşturmak istiyorsak, yeniden yapılaşma sürecinin ekonomik boyutu kadar sosyal ve çevresel boyutunu da gözetmek önemli.
Depremler ve diğer afetler sonrası kentlerin yeniden yapılaşma sürecinin planlanmasında iklim değişikliğini de göz önüne almak büyük önem taşıyor. Bu kapsamda şehirlerde atılabilecek birçok adım bulunuyor ve modern şehirler iklim değişikliğinin olumsuz etkilerini azaltacak ve dayanıklılığı artıracak şekilde oluşturuluyor veya dönüştürülüyor. Dünya’da bunun birçok güzel örneği bulunsa da Türkiye’nin bu konudaki karnesi ne yazık ki zayıf. Doğa Temelli Çözümler, Yeşil Altyapı, Ekosistem Tabanlı Uyum, Ekosistem Hizmetleri ve Doğal Sermaye gibi Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Doğayı Koruma Birliği (IUCN) tarafından geliştirilmiş yaklaşımlar, küresel ölçekte şehirleri doğal afetlere karşı hazırlıklı, iklim değişikliğinin etkilerine karşı tedbirli hale getirmeye yardımcı oluyor.
Bu araçlar; ulaşım, gıda temini, temiz hava sağlanması, sel-taşkın önleme, kuraklıkla mücadele, enerji verimli ısıtma ve soğutma sistemleri, gürültü kirliliğinin azaltılması, arıtma, sürdürülebilir ekonomik kalkınma, toplum sağlığı ve rekreasyon gibi kentsel planlamanın birçok alanında kullanılıyor. Aslında artık modern kentsel planlama çalışmalarında çözümler sadece gri altyapı kullanılarak değil gri ve yeşil altyapıyı birlikte kullanarak ortaya konuyor. Doğa Koruma Merkezi bu doğrultuda deprem bölgesinde Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP), Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), Gaziantep Büyükşehir Belediyesi ve Hatay Büyükşehir Belediyesi ile de çeşitli projeler hayat geçirmekte.
Doğa Koruma Merkezi Uzmanı Dr. Melike Kuş ve Dr. Burak Güneralp (Teksas A&M Üniversitesi) bu konuyla ilgili temel başlıkları ve yaklaşımları şu şekilde sıralıyorlar:
- Gıda ve Tarım: Sürdürülebilir bir yerleşim için gıda üretimi ve temini süreci en önemli konulardan biridir. Gıda üretim ve temininin sebep olduğu çevresel etkinin ve emisyonların azaltılması için kentin besin ihtiyacının olabildiğince kentin çeperindeki tarım arazilerinden karşılanması çok önemlidir. Yerel üretimin desteklenmesi ile depolama ve taşımaya bağlı enerji kullanımı da büyük oranda azalacaktır. Ayrıca tarımsal üretimin kentin içerisine kaydırılmasının hem sosyal katılım hem de yeşil alanla ilgili faydaları olacaktır. Bu yaklaşım sürdürülebilir yerleşim kavramının en önemli başlıklarından biri olan gıda arzı güvenliği açısından da oldukça kritiktir. Hem geçici hem de yeni yerleşim alanlarının oluşturulmasında bu alanların ve toplumun tarımla ilişkisi iyi bir şekilde ele alınmalıdır.
- Su Kaynaklarının Korunması: Su kaynakların yerleşimler ve farklı sektörler tarafından tasarruflu ve etkin kullanılması kritik önem taşımaktadır. Yerleşimlerin, tarımın ve sanayimizin su ile ilişkisini doğru bir şekilde tanımlamak, su stresi altında olan Türkiye’nin geleceği açısından kritik bir öneme sahiptir. Kuraklık ve su yoksunluğu gittikçe daha yoğun hissedeceğimiz olgulardır. Bunun üstesinden su transferi, daha fazla baraj ve daha fazla kuyu gibi popüler yaklaşımlarla gelemeyeceğimiz de ortadadır. Ormanlar ve bozkırlar su yönetimi için kullanılması ve korunması gereken en önemli unsurlardandır. İçinde bulunduğumuz şartlarda orman alanlarını kaybetmek, ormanların niteliğinin bozulması aynı zamanda suyumuzu kaybetmek anlamına gelmektedir. Kentlere su arzı güvenliği mevcut su kaynaklarının miktarı ile tarımsal kullanım ve kentsel ihtiyaçlar arasında dengeli bir planlama gerektirir. Teraslama, hendekler, toprağın su tutma kapasitesinin artırılması, tarımsal uygulamalarda su kaynaklarının etkin kullanımı, yağmur hasadı gibi doğa temelli çözümler gri altyapı çözümleri ile beraber düşünülmelidir. Kahramanmaraş, Adıyaman ve Gaziantep gibi yağışın daha az, kurak dönemlerin daha uzun olduğu illerimizde bu konu özellikle önemlidir.
- Sel-Taşkın Kontrolü: Depremden kaçarken sele ve heyelana maruz kalacak kentler de oluşturmamak gerekmektedir. Özellikle Hatay gibi kış yağışlarının yoğun olduğu ve sağanak yağışların yaşanabildiği kentlerimizde bu konu ön plana çıkmaktadır. Doğal alanların, suyu tutacak şekilde planlanmasıyla birlikte yerleşimlerde sel-taşkın kontrolünün sağlanması mümkündür. Akarsuların doğal akışlarının korunması, üstü kapanan derelerin açılması, yerleşimlerdeki doğal alanların, yeşil alanların korunması, yol kenarı ve refüj bitkilendirmesi yapılması, bunlar yapılırken yerel türlere öncelik verilmesi, bu konuda hayata geçirilebilecek doğa temelli çözümlere örnek olarak verilebilir.
- Enerji Kullanımı: Kentler, enerji kullanımı anlamında özellikle ısıtma, soğutma, taşıma, ulaşım gibi alanlarda ciddi tüketimin yaşandığı alanlardır. Yerleşimlerde enerji kullanımını düzenleyecek şekilde yalıtım, pasif soğutma uygulamalarının hayata geçmesi, ulaşımda temiz enerji kaynaklarının tercih edilmesi önem taşımaktadır. Özellikle güneş enerjisinin kullanımı, toplu taşıma ve alternatif ulaşım araçları (örneğin; bisiklet, elektrikli kay-kaylar gibi) demografik yapı, topoğrafya ve iklimsel özelliklere göre düşünülmelidir.
- Kentsel Isı adaları: Beton ve asfalt gibi geçirimsiz ve ısı emen malzemelerin yoğunlaştığı kent merkezleri çevresindeki kırsal yerleşimlere göre daha sıcak olur. Bu alanlardaki hava sıcaklığı etraflarındaki doğal alanlara göre neredeyse 6 °C kadar daha fazla olabilir. Kentsel ısı adası etkisi denilen bu olgunun azaltılabilmesi için binalarda yeşil yüzeyler, yeşil çatıların oluşturulması, rüzgâr/esinti koridorlarının oluşturulması, geniş refüj uygulamalarına yer verilmesi, kent içi yeşil ve doğal alanların korunması ve artırılması, bu konuda hayata geçirilebilecek doğa temelli çözümlere örnek olarak verilebilir. Ayrıca ısı regülasyonu için hava koridorları, bakı, eğim gibi doğal topoğrafik özellikler de göz önünde bulundurulmalı, şehirlerdeki yeşil alanların dağılımı da ısı regülasyonunun önemli bir unsuru olarak ele alınmalıdır.
- Ekosistem ve Ekosistem Hizmetleri Onarımı: Kentlerin planlanmasında göz önüne alınması gereken en önemli konulardan biri doğal alanların varlığıdır. Yukarıdaki örneklerde de gördüğümüz üzere doğal alanların ve park, bahçe gibi yeşil alanların sağladığı faydalar sürdürülebilir kentler için yaşamsal öneme sahiptir. Bu tür alanların sağladığı ekosistem hizmetleri, kentlerin maruz kaldıkları olumsuz durumlardan (afetler, iklim değişikliği, salgınlar, ekonomik krizler vb.) daha az zarar görmelerini ve kendilerini daha çabuk yenileyebilmelerini sağlar. Doğal ve yeşil alanlar kentlerin sosyal, ekonomik ve ekolojik sürdürülebilirliği sağlayabilmesinin, yani dayanıklı olmalarının temel kaynağıdır. Bu nedenlerle, kentlerin içlerinde ve çevrelerinde insan faaliyetleri nedeniyle tahrip olmuş doğal alanların, öncelikli olarak da sulak alanların, akarsuların ve sel yataklarının onarılması, yeşil alanların kentlerdeki dağılımlarının artırılması ve bütün bunların var olan sosyal eşitsizlikleri giderecek şekilde gerçekleştirilmeleri dayanıklı kentler yaratmak için oldukça önemlidir.
Bugün deprem ve diğer afetlere ve iklim değişikliğine karşı dayanıklı, doğayla uyumlu modern kentler oluşturmamız büyük önem taşıyor. 6 Şubat depremiyle öğrendiğimiz bu acı gerçek, Türkiye’nin bu konuda hızlı şekilde adım atmaya başlaması gerektiğini gösterdi. Elimizde bu konuda çok değerli bir kaynak olan doğal alanları ve yeşil alanları koruyup iyileştirerek ve kent peyzajının bir parçası haline getirerek afetlere dayanıklı kentleri oluşturmaya başlamalıyız. Yıkılan kentlerimizi yeniden kurmak ve onarmaktan bahsederken sadece yeni binaların dikilmesi üzerinden bir tartışma ve planlamanın bizi yine başladığımız yere döndüreceği kesindir.